Erol Sunat

Erol Sunat

Ana Hikayesi

Ana Hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde, dışarıdan bakıldığında kendi halinde yaşayan insanların yaşadığı düşünülen, ancak kendi içinde dert ve sıkıntıları çok mu çok olan bir şehir vardı.

İşte bu şehrin kenar mahallelerinden üçü kız bir oğlu olan bir aile yaşardı.

Kadın o şehirden değildi. Kocası, onu memleketin uzak köşelerinde küçük bir kasabada bulmuş, birbirlerini sevmişler, oradan kaçıp, adamın memleketine gelmişlerdi.

En büyüğü on yaşında, diğerleri yedi ve altı yaşında üç kızları, birde iki yaşlarında bir oğulları vardı. Gelin kızı, adamın ailesi kabul edememişti. Adam karısına laf söyletmeyince, mecburen bir kabullenme görüntüsü çizilmiş, torunlara dahi sıcak bir yaklaşım olmamıştı.

Lakin, karı-koca arasında ki sevgi hiç eksilmemiş, evlatlarıyla birbirlerine yetip artan bir mutluluk tablosu çiziyorlardı. Mahalleli ise, adamın ailesinin anlamsız, bakış açısına aldırmamış, gelin kızı ve çocuklarını çok sevmişlerdi. Bir gün mahalleye belalı bir adam geldi. Kim karşı koysa, yere yıkıyor, kolunu kanadını kırıyor, atıyordu bir köşeye. Adamın evinin önüne gelince, çık dışarı dedi, benim esas hesabım seninle…Adamla, o kimsenin bilmediği tanımadığı adam başladılar yumruk yumruğa dövüşmeye…Sonra o yetmedi, hançerler çekildi. Adam, o belalıyı öldürdü öldürmesine de, bir anda gelen muhafızlar, adamı da öldürdüğü adamın cesedini de, alıp  götürdüler.

Mahalleli ne dediyse de, muhafızların başı dinlemedi. Mahalleli Kadı Efendiye gitti, Subaşına gitti, Vali Paşaya çıktı. Ne adamdan bir iz bulabildiler, ne de hakkında bir haber alabildiler. Sanki yer yarılmıştı da, adam içine girmişti.

Genç kadın , bir anda dört çocuğu ile birlikte kalakalmıştı. Kocasının Bedestende bir dükkanı vardı.

Arada ona yardım etmeye gittiği olurdu. Kocası için, öldü dediler, ardını arama dediler, Payitahtta zindanda dediler, idam edilecekmiş dediler. Kadın çocuklarıyla birlikte günlerce ağladı.

Adamın ailesinden bir Allah’ın kulu çıkıp da, gelmedi. Gelmediği gibi, adamın kardeşleri dükkanına el koydular, haraç-mezat sattılar. Adamın karısı ve çocuklarının oturduğu evi de üç-beş gün sonra satıp-savıp kadın ve çocuklarını sokağa attılar.

Kadın birkaç gün yakın komşularına sığındıktan sonra, sildi gözünün yaşını, evlatlarını başına topladı. Bu şehirden gidiyoruz dedi. Ailesinden ve kocasından kalan birkaç parça mücevheratı, küpesi bir iki de bileziği vardı. Onları bozdurdu. Şehirden ilk ayrılan kervana katıldı ve sessiz sedasız şehirden çıkıp gittiler. Kervan kadını ve dört küçük çocuğunu uzak bir diyara getirdi. Kervancı başı hallerine çok acıdı. Dedi ki, bacı, bu uzak diyarın bu şehrini bilir misiniz, burada gideceğin bir kapı, tanıdığın, bildiğin biri var mıdır? Kadın yok dedi, o şehirde yaşayacağıma çocuklarımla birlikte bu hiç bilmediğim diyarda ayakta kalmaya çalışırım daha iyi.

Kervancı başı, o diyardan bir tanıdığını buldu. Kadını ve çocuklarını ona emanet etti. O yaşlı güngörmüş adam onlara bir ev buldu. Kadın, güçlü kuvvetliydi, en azından çocuklarına bakabilecek gücü ve kuvveti kendinde buluyordu. En büyük kızını kardeşlerinin başında bıraktı. Dedi ki , ben gelinceye kadar, kardeşlerinin anasıda, ablası da sensin,  kendisi de konaklarda, merdiven sildi, evleri temizledi.  Zaten çok titiz ve temiz bir kadındı. Hile, hurda bilmezdi. Hıyanetliği ve dedikoduyu sevmez, seveni de dinlemezdi.

Büyük kız, evi süpürdü, ocağı yaktı, kardeşlerine çorba pişirdi. Ağlayanın gözyaşlarını sildi.

Anaları ise, var gücüyle evlatları için çalıyor, didiniyor, aldığı üç beş kuruşla, onlara bakmaya çalışıyordu. Kadının gayreti, oturduğu ücra mahalle de karşılığını bulmuş, komşular, sen çalışmana bak, biz çocuklarına göz kulak oluruz demişler, gerçekten de dedikleri gibi davranmışlardı.

Çocuklar, o mahallede hiç yabancılık çekmemişlerdi.

Ağlatırsa Mevla, yine güldürür derler ya…Kadın, her gece ellerini açıp, gözleri yaşlı, Yarabbi diyordu, beni ve çocuklarımı, hiç bilmediğim bu diyarda yalnız ve bir başıma bırakmadın, şükürler olsun sana…

Aradan altı-yedi sene geçti. Büyük kızı, kendine yardım ediyor, ikinci kız kardeşlerine bakıyordu.  Bu arada, kadına birçok evlenme teklifi geldi. Kadın hiçbirini kabul etmediği gibi, benim kocam ölmedi, sağ diyordu. Ölmüş dahi olsa, onun yerine hiç kimseyi koymam.

Bu arada küçükte olsa bir evleri olmuştu. Kadın ve kızları artık on yaşlarına gelen erkek kardeşlerinin üzerine titriyorlar, onu okutmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bir gün Kervancı Başı çıktı geldi. Bak bacı dedi, kocan benim arkadaşım olurdu, size bir iyiliğim dokunsun, oğlunu bana ver, onu yetiştireyim, okutayım, arada senin yanına getireyim. Burada bu çocuk heder olmasın, ne dersin? Kadının kızları da, en azından kardeşimiz kendini kurtarsın dediler. Kadın bağrına taş bastı, oğlunu verdi Kervancı başına.

Kadının fedakarlığı, çalışkanlığı kızlarının terbiyesi yaşadıkları şehirde anlatılır oldu. Aradan birkaç sene daha geçti. Önce büyük kız evlendi. Birkaç sene sonra ikinci kızında nasibi çıktı, o da evlendi.

Derken aradan birkaç sene daha geçti. Üçüncü kıza da bir talip çıktı. O kızcağızda evlendi gitti. Kadın tek başına kaldı. Kızları çok vefalıydılar. Onlar için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan analarını bir gün dahi boş bırakmıyorlardı. Büyük kız, analarını ziyareti, sıraya bağlamış, her bir kardeşe üç günde bir sıra gelir şekle dönüşmüştü. Kocaları da bu fedakar anaya saygı duyuyor, hiçbir şey ananınızdan daha önemli değil, işinizi gücünü bırakın ananızın yanına gidin diyorlardı.
Kadın Rabbime şükür dedi, damatlarımda çok iyi insanlar çıktı. Birde oğlum yanıma gelebilseydi.

Aradan yine seneler geçti. Kadının kızlarından torunları oldu. Hep birlikte evine geldiklerinde, ev onları almaz olmuştu. Evim doldu taştı Rabbime şükür diyordu kadın. Bir eksiğimiz var, o da oğlum.

Kadın, yine bir gece, ağlayarak dualar etti. Öyle ki, uyuyup kalmıştı.

Öğleye doğru, kapısı çalınmaya başlayınca hemen kalktı, komşulardan biri herhalde diye açtı kapıyı.

Birde baktı ki, saçı sakalı birbirine karışmış bir adam. Adam beni tanıdın mı dedi, ağlamaklı bir sesle…Kadın gözlerini ovuşturdu. Adama bir daha baktı. İnanası gelmemişti. Tam o sırada, adamın arkasında babayiğit bir genç belirdi kapıda. Anam dedi, ben oğlun. Ana oğul ağlayarak sarılıştılar.

Oğlu, bu adam kim bilir misin dedi.  Kadın o mu yoksa dedi…Oğlu, sana babamı getirdim anam dedi. Onu birkaç yıl önce buldum. Kadın kocasına sarıldı. Öyle bir ağlaşmaya başladılar ki, tam o sırada kızlarda geldiler, kocaları ve çocuklarıyla birlikte…

Bu buluşma, şehirde öylesine yankılandı ki, şehrin Vali Paşası aileyi, konağına davet etti. Hikayelerini dinledi. Vali Paşanın hanımı çok ağladı. Oğul dedi ki, beni baba dostu Kervancı başı yetiştirdi, okuttu, kılıç kullanmasını, ok atmasını öğretti. Haramiler, bir daha bizim kervanımıza saldıramadılar.

Sultanımız beni yanına aldı, muhafızı tayin etti. Bende babamı aradım. O da meğerse, çok uzağımda değilmiş. Sultanımızın has adamlarından biri olarak, beni takip edermiş. Sonunda, zor tanınsın, bilinsin diye, saçını sakalını uzattı, geldik anamı bulmaya. Vali Paşa oğula, babanı bende iyi tanırım dedi, Bu diyarda onunla çok savaşa katıldık, bu diyarın Sultanına yardım eden birliklerin başındaydı.

Ancak, Rabbim size öyle bir ana bahşetmiş ki, her birinizin üzerine titreyen, onca sıkıntının, yokluğun karşısında bir günden bir güne pes etmeyen bir kadın.

Kadın, Vali Paşam dedi, benim en büyük mutluluğum bugün, kocam geri döndü, oğlumla beraber geldi, kızlarım yanımda. Rabbimden daha ne isterim.

Birkaç gün sonra, kadın, kocası ve oğlu bir kervanla o diyardan ayrıldılar, on gün kadar sonra da, seneler önce ayrıldıkları o şehre geldiler.

Şehrin girişinde, muhafızlar ve şehrin eşrafı, hoş geldin Vali Paşam diye adamı karşıladılar. Bu durumu ne oğul biliyordu, ne de karısı.

Vali Paşa makamına geçtikten birkaç gün sonra, şehrin eşrafından bir heyet ziyaretine geldi. Vali Paşa baktı ki, Bedesten Ağası büyük Ağabeyi, Kervansarayın sahibi küçük kardeşi, şehrin en büyük kervanlarına sahip olan ortanca ağabeyi ve akrabalarından birkaç kişi daha… 

Maşallah dedi, şehrin tamamı sizin sülalenizin olmuş. Bu şehre kim gelse, rahat huzur vermezmişsiniz. Şehir nefes alamaz olmuş. Bedesten Ağası, haddini bil Paşa dedi, dün geldin, bugün bizden hesap sorarsın, biz senin gibi kimleri göndermedik ki. Vali Paşa, Muhafız başı dedi, şunların hepsini at zindana. Zorluk çıkarana da haddini bildirin.  Ağalar çıkarken kim bu diye sordular. Muhafız başı, bu şehirden kendini ve çoluğunu çocuğunu sürüp attığınız, çıkardığınız kardeşiniz, deyince, donup kaldılar!

Şehir şehire, ana anaya, baba babaya, kardeşler kardeşlere, akraba akrabaya, kervan kervana, diyar diyara, komşu komşuya benzer.

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR