Erol Sunat

Erol Sunat

İNSANI YAŞAT Kİ…

İNSANI YAŞAT Kİ…

Osmanlının kuruluşunu tarihçiler 1299 olarak kabul ederler. 1300 olarak yazanlarda vardır. Ertuğrul oğlu Osman Bey’in kayınpederi olan Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e öğüdü ise aradan geçen yedi yüz yılı aşkın bir süreye rağmen geçerliliğini korumaktadır.

O öğüdün içerisinde yer alan, “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” cümlesi,” devlet-i ebed müddet” diyen atalarımızın “kesintisiz, aralıksız, sonsuza kadar süren devlet” şiarından kaynaklanan bir cümle olarak dikkat çeker.

Bu cümle cennetmekan ceddimizden bize mirastır. 

Osman Bey’e o meşhur öğüdünde ne demişti, Şeyh Edebali?

“Ey oğul, artık Beysin!

Bundan sonra öfke bize, uysallık sana.

Güceniklik bize, gönül almak sana.

Suçlamak bize, katlanmak sana.

Acizlik bize, hoş görmek sana,

Anlaşmazlıklar bize, adalet sana,

Haksızlık bize, bağışlamak sana.

Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz.

Şunu da unutma!

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.

Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.

Allah yardımcın olsun.”

Önemli olan, mühim olan, olmazsa olmaz olan, insanı yaşatmaktır diyen atalarımız insana değer vermişler, insan kıymeti bilmişler, insanları rahat ettirmek için gerekli tedbirleri alma noktasında tereddüt etmemişlerdir.

Bilge Kağan, Osmanlı’dan yaklaşık altı asır önce, Türk Milletine şöyle sesleniyordu;

“Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım… ondan sonra Tanrı irade ettiği ve lütfettiği için ve talih ve kısmetim olduğu için ölecek milleti diriltip, kaldırdım, çıplak milleti giydirdim, fakir milleti zengin ettim, nüfusu az milleti çok ettim. Başka illi milletler, başka Kağanlı milletler arasında onları pek üstün kıldım. Dört bucaktaki milletleri hep barışa mecbur ettim ve düşmanlıktan vazgeçirdim.”

 

OSMANLI ÇEKİLDİ NE HUZUR KALDI, NE BARIŞ!

İnsanı yaşatmanın devleti yaşatmak olduğu, devleti ayakta tutmak olduğu, değişik vesilelerle ilk Türk devletlerinden bugüne kadar gelmiştir.

Türk Milletinde devlet önemlidir. Devlet olmak bir ve beraber olmak, birlikte hareket etmek demektir. “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” sözü devlete verilen değeri ve kıymeti ifade eden sözlerimizdendir.

Devlet kurma özelliği, Yaradan tarafından dünya üzerinde çok az millete nasip olmuştur. Türk milleti, bu nasipli milletlerden biri olarak, dünyada var olduğu binlerce yıldan beri devletler kurmuş, mazlumlara yardım etmiş, yardım isteyenin yardımına koşmuş, dizlilere diz çöktürmüş, başlılara baş eğdirmiş, insana değer verme özelliğini sürekli korumuş bir millet olarak dikkat çeker.

İnsanı yaşatmak, insanı korumak, insanların hayatta kalması için, ayakta durması için, hayata tutunması için mücadele etmek, gayret göstermek Türk devletlerinin temel felsefesi olmuştur.

Türk Milletinin devlet kurduğu coğrafyalarda, huzur vardır, sükun vardır, barış vardır, güven ve istikrar vardır.

Osmanlı, Orta Doğu’dan çekildikten sonra, bir daha rahat yüzü, huzur yüzü görmedi bu coğrafya. Sözde Medeniyet getirme iddiasıyla, gerçekte bölgenin başta petrol olmak üzere yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koyma yarışıyla önce İngilizler geldi, Fransızlar geldi, Ruslar geldi ve Amerikalılar geldi.

Onların gelişiyle birlikte sınırlar değişti, haritalar allak-bullak oldu, coğrafyayı parçalayıp önce krallıklar kurdurdular, onları Saddam gibi, Hafız Esad gibi, General Kasım gibi diktatörlere yıktırıp, bölgedeki devletçiklere hakim oldular, onların ardından terör örgütleri ve büyük devletler bölgeye girdiler. Ne akan kan bitti, ne gözyaşları dindi.   

İnsana değer veren, kıymet veren Osmanlı o coğrafyadan çekildi, sözüm ona medeniyet getiriyoruz diye, insanlara zulmeden, insanları katleden, yaşadıkları hayatı cehenneme çevirenler geldi.

 

YORGUN BİNALAR, DEPREME TESLİM OLDU!

Dünyanın deprem riski taşıyan coğrafyalarından birinde olan ülkemiz, adına uyuyan güzeller denilen ne zaman uyanacağı kestirilemeyen fay hatlarıyla kuşatılmış durumda.

Ülkemiz Erzincan’la başlayan, Marmara Depremiyle devam eden, arada Varto, Çaldıran, Van ve Dinar gibi depremleri yaşayan bir ülke…

Ne zaman ne olacağı belli değil!

İnsanımızı atalarımızdan almış olduğumuz öğütlerle yaşatmak istiyorsak, yaralarını sarma düşüncesindeysek, deprem yorgunu şehirlerimizin yapılarını süratle ve vakit geçirmeden elden geçirmemiz gerekiyor.

Muhtemel İstanbul Depremi üzerinde konuşurken, arada Elazığ ve Malatya gibi illerimizi tehdit eden depremler yaşamaktan da kurtulamıyoruz!

Hatırlarsanız, Marmara Depremi sonrasında, artık depremlerle bir arada yaşamaya alışmamız gerektiği ve tedbirlerimizi bu doğrultuda almamızın şart olduğu çok konuşulmuş, yazılıp, çizilmişti!

Kim dinledi?

Kim aldırdı?
Kim dikkate aldı?

Kısmen kentsel dönüşümler yaptık, ancak yorgun binaları yıkıp yeniden yapmak yerine, sıvadık, alelusul tadilattan geçirdik, oturulabilir ruhsatını da alıp, bundan sonra hiçbir şey olmaz mantığıyla vurduk kafayı yattık!

İnsanı yaşatmayı dilimizden düşürmeyen bize bir haller oldu!

Yorgun binaların, vicdanımızın ve vurdumduymazlığımızın enkazı altında kaldık!

Tedbirsizliğimizin, açgözlülüğümüzün, aşırı dünya hırslarımızın enkazı altında kalmaya devam ettiğimizi bir türlü anlayamadık!

 

BİZ İNSANIMIZI BÖYLE Mİ YAŞATACAKTIK?

İnsanımızı yaşatmak için, rahat ettirmek için onlarca yıldan beri ne güzel sözler vermiştik! Anadolu toprakları üzerinde kurduğumuz üçüncü devletimiz, akıl almaz badirelerden geçerek, ateşle imtihan ola-ola ilk yüzyılına doğru ilerliyor.

Yaşadığımız coğrafyada, dünyanın devleriyle komşu olmanın sıkıntısı kolay bir hadise değil. İnsanımızı yaşatmak kadar, sahip çıkmak, kenetlenmek, bir ve beraber olmanın ne anlama geldiğini ona hissettirme mecburiyetimiz var!

Her devlet adamımızın, Osman Bey’in dinlediği ve harfiyen riayet ettiği öğütlere ihtiyacı var!

Elazığ depremi görmek isteyenlere neleri gösterdi biliyor musunuz? 

İnsanımızı yaşatamadığımızı!

Biz insanımızı böyle mi yaşatacaktık sorusunu!

Enkaz kaldırma ekiplerinin insanüstü çabasıyla 45 kadar insanımız enkaz altından sağ çıkarılırken, en son bilgilere göre 41 insanımızın cansız bedenlerine ulaşıldı.

Yorgun binaları vaktiyle yıkıp yeniden yapabilseydik,

Yeni tabirle kentsel dönüşümleri bu bölgelere ulaştırabilseydik,

Bu insanların acılarını yüreklerimizin derinliklerinde hissetmeyecek ve kahrolmayacaktık!

Zaman; ders çıkarma, zaman; artık vakit kaybetmeme, zaman; neşteri vurma, zaman; insanımızın elinden tutma, zaman; insanımızı bundan sonra yaşatma zamanıdır.

Çünkü, Devletimizin yaşaması, insanımızın yaşamasına ve yaşatılmasına bağlıdır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR