Erol Sunat

Erol Sunat

Kim Vurdumduymaz?

Kim Vurdumduymaz?

Edebiyat, vurdumduymaz kavramını pek sevdi. Gitti kendi halindeki vatandaşa yapıştırdı geçti.

Karar alması gerekenler, karara varması gerekenler, haydi demesi gerekenler şehre yakışanın ne olduğuna karar verenler, merhum Ziya Paşa’nın, “ Onlar ki laf ile verir dünyaya nizamat” babından konuşuyorlar, atıp savuruyorlar!

Bunun adı vurdumduymazlık olmuyor!

Ekmeğinin derdinde olan, işsiz kalan, parası-pulu değil markete, pazara bile yetmeyen garibanlar, kalenderler, emekliler vurdumduymazlık yapıyorlar öyle mi?

Sonra deniliyor ki, maske takmayanlar, mesafelere uymayanlarda bunlar!

Sizlerin taktığı yalandan maskelerin yanında, bu insanlara karşı koyduğu mesafelerin yanında, vatandaş ne yapmış ki?

Hiçbir şeye aldırmamış, kurallara uymamış, uysaymış böyle olmazmış benzeri bir çuval dolusu laf!

Netice, bunlar olmasaydı, yapılmasaydı, böyle olmazdı, rengimiz en kötü sarı olurdu, her yer açık olurdu!

Yani, aranan günah keçisinin kim olduğu da gün gibi aşikâr deniyor!

Adı da, vurdumduymazlar!

Kim vurdumduymaz, kim onlar?

Ortada gezenler, sözüm ona maske-mesafe yani kurallara uymayanlar!

Çarşıda, sokakta, caddede, pazarda, markette gözükenler!

Gözümüze takılanlar!

Saman çöpü misali gözümüze batanlar! Suçlaması ve suçlanması en kolay olanlar!

 

*****

Hazır, bedavadan, hiç yorulmadan, kafa patlatmadan, hiçbir şeyi kendi üzerimize almadan, iğneyi kendimize batırmadan suçlayıp, kenara çekildiklerimiz yok mu?

Kim onlar? Şu vurdumduymazlar canım!

Esnaflar, işsizler, iş arayanlar, emekliler, stresten hafakanlar basanlar, efkârından kendini sokağa atanlar!

Anlayacağınız, eli taşın altından hiç çıkmayanlar!

Kim vurdumduymaz? Kim o devamlı yanlış yerlerde arananlar?

Kendilerinin üzerine toz kondurmayanlar olmasın!

Madem ki, rengimiz kırmızı, hepimizin yüzünden!

Okta da var, yayda da demek lazım. Ortada bir suç-taksir varsa hepimize ait, bunu birlikte düzeltmemiz lazım deyinde, bitsin şu iş.

Herkes yeni bir başlangıç için sıvasın kollarını aşkla ve şevkle!

Bir bakmışsınız önümüzdeki hafta turuncu, bir sonraki hafta sarı olmuş, bir de bakmışsınız ki,

Nisan başlarında maviye dönmüşüz!

 

*****

Şehrin kırmızı rengi bunların yüzünden böyle oldu, diye vurdumduymazlık kavramı koyulmuş meydana, alması gereken almıyor, almaması gerekene de bu yafta senin, git al diye yüklenen yüklenene!

Görüntü hiç hoş değil!

Ondan sonra oturmuş kırmızı renk bu şehre yakışmıyor diyorlar!

Madem yakışmıyor, buyurun yapın yakışanı! Elinizden alan mı var, yoksa yapma, etme diye elinizden, kolunuzdan bir tutan mı?

Şehirlerin renkleri her hafta güncelleneceğine göre, her hafta, ayrı bir şans, ayrı bir fırsat değil mi?

Şu elinizi taşın altına bir koyunda görelim artık! Birde vurdumduymaz olmayanlar çıksın meydana…

Bakalım maviye dönecek mi şehir!

 

*****

Şehrimizin risk haritasında renginin kırmızıya dönmesi sonrasında, edebiyat yine geldi baş köşeye kuruldu. Edebiyat demek laf demek, hem de ortaya karışık cinsinden!

Diyorlar ki, “Konya’ya mavi yakışır?”

Yakışır tabi de…

Mavinin yakışması için, önceliğimiz bu kırmızı rengi en kötü ihtimalle turuncuya nasıl çevirebiliriz olmalı!

Yeni kontrollü güncelleşme denilen dönemde, her hafta güncelleme yapılacağına göre, her hafta yeni bir umut demek! Umudun adı da artık edebiyat olmamalı. Edebiyat güzel şey amma, bir yere kadar!

Konya’nın edebiyat yapma yerine, acil karar alma ve karar vermeye ihtiyacı var.

Bu karar, şehrin bütününü ilgilendiren bir karar.

Zaman, oturduğumuz yerden ahkam kesme zamanı değil!

Ahkam kesmekle, insanlar vurdumduymaz demekle ne maske takar, ne mesafeye uyar demekle, kırmızı olan rengimiz turuncuya yada maviye dönecek değil!

 

*****

Bu renk Konya’ya yakışmıyor demekle de hiç kimse zevahiri kurtaramaz! Bu saatten sonra,

şehrin dinamikleri çoktan devreye girmeliydi.

Taşın altına el mi koyulacak! Elleri görelim!

Bu şehirde binlerce STK var! STK’ların oluşturduğu platformlar var!

Anadolu’nun en güçlü basını var! Sağlam kurum ve kuruluşları var!

Virüsten en çok etkilenen, yara alan sektörler var.

Taşın altına önce elini bunlar koymalı…

Vakit geçirmeden, lafları eğip-bükmeden ve hemen!

 

*****

Oldum olası taşları çok severiz. Çocukluğumuzdan beri üç taş, beştaş, dokuz taş oynadığımızdan kaynaklanıyor diyenler fazla.

Taş atmayı, taşla kuş vurmayı, taşla cam çerçeve indirmeyi, taşla kafa-göz yarmayı da bilmediğimiz söylenemez!

Arabaya taş koydum diye türkülerimiz bile var! Garibim taş, edebiyatın eline geçtiğinden beri, gezmediği, dolaşmadığı, turlamadı yer kalmadı. Edebiyat bir yola çıkacaksa, taş olmadan hiçbir yere gitmem diyecek kadar önem vermeye başladı.

Laf aramızda, siyasette pek sever taşı…Özellikle taşın altına el koyma muhabbetini temcit pilavı misali ısıtır da ısıtır. Seven çok, arayan soran aramadığınız kadar, ben böyle lezzetli pilav yemedim diyenler yüzünden efsane oldu anlayacağınız!

Şehirlerin rengi meselesine de taşla beraber girdi edebiyat, kırmızıdan maviye geçiş için, taşın altına el koymadan olmaz dedi demesine de, edebiyat işte! Söz taşı başka, hakikatler daha bir başka diyemiyor!

 

*****

Rengimiz kırmızı çıkınca, moralimiz bozuldu, neden dedik, niçin dedik, nasıl olur dedik, hiç beklemiyorduk diye açıklamalar yaptık, inanamıyorum diye teessüflerimizi bildirdik, bu renk bize yakışmıyor lafı çok hoşumuza gitti, bundan sonrası taşa emanet dedik, aldık vurdumduymaz dediklerimizi taştan taşa çaldık!

Biraz rahatladık!

Ne oldu rengimiz değişti mi?

Taşa çalınmayacakları taşa çalmakla renk falan değişmeyeceğini zaten biliyorduk, bilmediğimiz elimizi taşın altına koymanın neresinde olduğumuzdu!

Taşın altına elini koyması gerekenler, ellerini bugün-yarın koymazlarsa, bir daha onlara inananda, güvenende kalmayacak!

Deniz bitti, gemi oturdu karaya, başka şeyler girmesin artık araya!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Sazan

17 Nisan 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR