Erol Sunat

Erol Sunat

Aşk üstüne…

Aşk üstüne…

Şair ruhluların bir kısmı dilden anlatır aşka dair ne varsa. Bir kısmı eline alır kalemi, kağıtla sırdaş, kelimelerle haldaş olur. Bir kısmı vurur sazın teline, saz ağlar, söz ağlar.

Aşığı kimse anlayamamıştır zaten.

Gönlünde sevginin kırıntısı bile olmayan ne bilsin sevgiyi? Ne bilsin sevmeyi?

Ne bilsin aşkı?

Kalemin yazamadığı aşktan bahsediyoruz…

Rahmetli Abdürrahim Karakoç, “Mihriban” şiirinde ne demişti?

“Lambada titreyen alev üşüyor / Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban”

Yaklaşık sekiz yüz yıl önce Şemsi Tebrizi aşk için şöyle demiş, "Aşkı kalem yazmaz ki, kitaplarda bulasın!"

Mevlâna,Yağmurların da ıslandığı bir yağmur vardır. Adı aşk. Ateşlerin de yanıp kül olduğu bir ateş vardır. Adı aşk.” diyor.

Derler ki; “Siz denizi görmeden, denize varmadan paçaları sıvamış aşkı derelerde, çaylarda kolayca tutup yakalamak istiyorsunuz, aşığın olmadığı yerde aşk bir dakika bile durmaz. Bir de şu var; aşkın her arsıza, her isteyiciye yakalandığını da kim söyledi?”

*****

Aşk eski bir yalan, Ademle Havva’dan kalan diye başlıyordu o güzel şarkı...Eskiler nasıl anlatalım aşkı diyorlardı. Anlatılmaz yaşanır bir şey. Aşkı var aşıklara sor. Anlatırlarsa dinle. Anlatmazlarsa bak hallerine sırlarını öyle çöz. Aşk dediğin sevene de sevilene de yakışmalı… Aşkları anılmalı. O aşk anlatılmalı...Unutulmamalı…

Hz. Mevlâna, “Biz bu topraklara sevgiden başka bir tohum ekmedik” demiş yüzyıllar önce…

Sevgi ekilmiş, sevgi biçilmiş bir zamanlar.

Bu topraklar o topraklar…Sevgi ekilen topraklar…Sevgi ekilen topraklar da ne haset barınır ne fesat ne kıskanç ne fitne ateşleri yakmaya çalışan.

Sevgiyi, barışı, kardeşliği hoşgörüyü yakmak isteyenin eli yanar…Dili yanar. Alevler sarar tüm bedenini. Fırat’ın Dicle’nin, Kızılırmak’ın suyu gelse söndüremez o yangını.

Aşkın kapısında, aşkı yakmaya kalkanın çıra gibi yandığını nice sonra anlarlar. Bazıları bu yanmayı aşk zannedebilir. Oysa aşk, böylelerine selam dahi vermez, yolda görse yolunu değiştirir.

*****

Bir zamanlar, Aşıklar Bayram ederdi Konya’da. Sazını kapan koşar gelirdi bu şehre. Şehir şenlenirdi, renklenirdi. Aşıklar Bayramı olay olurdu ülke çapında, Aşıklar şehrine yakışan yaşanırdı o günlerde…

O zamanlar bir sevdalı vardı bu işlere, kültüre ömrünü adamışlardandı.

Kim mi?

Rahmetli Feyzi Halıcı…

Aşıktı bu şehre…

Mevlâna İhtifallerini ihya etmişti. Konya’da sema öğrenilsin, semazen yetişsin diye, İstanbul’dan Semazenler getirtti. O günlerdeki İhtifaller, bugünlerden çok daha fazla ses getirir, gelen sanatçılar, Hz. Pir bizi çağırıyor diye bir kuruş ücret almazlardı!

Gelenler aşıktı, karşılayanlar aşıktı, şehir Aşıklar şehriydi. Âşık olan, aşkını gizleyemez derler…

Rahmetli Ahmet Özdemir bir başka aşıktı. Aşkla geldi, aşkla gitti aramızdan. Rahmetli Seyit Küçükbezirci bambaşka bir aşıktı…Yazılarıyla, sohbetleriyle son Selçukluydu o…Rahmetli Rıza Konyalı aşık geldi, aşık gitti bu dünyadan…Hasret gitti şehrine…

Aşıklar garip gelir, garip gider bu dünyadan…

Reklamları, destekleri, ellerinden tutanları olmaz. Bilen bilmez, gören görmez, duyan duymaz. O görmeyenleri, o duymayanları anan olmaz, Aşıkları da yalnızca sevgi ekilen bu topraklar unutmaz, unutturmaz…

*****

Mevlâna çarşısında, alışveriş yapana para -pul gerekmez. Çünkü bu çarşı da altın akçe on para etmez.

Bu çarşının geçer akçesi nedir bilir misiniz?

Gönül!

Aşık paraya-pula, mevkiye, makama, şana-şöhrete bakmaz! Kişinin unvanının, şatafatının, zenginliğinin, gösteriş için ortaya koyduklarının aşık için bir değeri, bir geçeri, bir geçerliliği yoktur.

Aşk yolunun kılavuzları olan aşıklar insanın gönlüne bakarlar!

Aşkın kapısına kim gelir?

Kime açılır o kapı?

Aşıklara…

Aşk olmadan meşk olmaz denmiş…Âşık olmayan, ne bilsin aşkın kapısını…Ne bilsin aşkın yolunu…

Bu yol sevginin, sevdanın yolu. Karşılıksız her şey…İçten, candan, samimi, duru ve tertemiz…

Aşkın kapısı, aşığı özünden bilir, sözünden bilir, gözünden bilir. Kalbini okur, kalbini….

*****

Aşkın sembolüdür pervane...Nerede bir aşk ışığı parladığını görse, gözünü kırpmadan o parlayan aşk ışığının içine atıverir kendini. Pervane için, deli mi ne, anlamadan dinlemeden kendini atıverdi, yandı-kül oldu diyenler olabilir.

Pişmek nedir, yanmak nedir, aşıklık nedir, aşka kanat çırpmak nedir diye soranlar, hazır değilseler, bir ömür boyu sorar dururlar aşkı.

Aşkla oyuncak gibi oynadığını zannedenlere, aşkla hiç karşılaşmamış olduklarını söyleyin bakalım size inanacaklar mı?

Aşık, sevdiğinden bir günde vazgeçen değildir. Yok elektrik alamadım, yok beni taşıyamadı, yok frekanslarımız tutmadı denen süfli aşklar değil anlattıklarımız.

Aşkın süslü cümlelerle, şatafatlı mekanlarla, serenatlarla, ilan-ı aşklarla, reklamlarla, şehrin her tarafını donatan afişlerle inanın alakası yoktur.

Tahir’in gözleriyle Zühre’yle konuşmasıdır aşk. Leyla’nın aşkına, Mecnun olup çöllere vurmaktır kendini. Ferhat olup, Şirin uğruna delmektir dağları. Kerem gibi yanmaktır Aslı’ya. Bunu kaldıracak kalp arar aşk…Aşkı kaldıracak kalbiniz yoksa, ben âşık oldum diye avazınız çıktığı kadar bağırsanız da, adama güler geçerler.

*****

Aşkın tariflere sığdığını, cendereler içine hapsedildiğini, kalıplara konulduğunu, söyleyenlere selam olsun…

Aşk, samimiyet ister. İçtenlik ister., vefa ister, sabır ister…Bunları tereddütsüz kabullenmiştir sevenler, sevilenler….

Seven sevdiğinden vazgeçer mi?

Hem niye vazgeçsin ki…

Aşkımız bitecek böyle giderse diyen dizelere aldırmayın siz.

Belki de söylenecek en güzel sözlerden birini Şems söylemiş yüzyıllar ötesinden.

Ne mi diyor?

“Aşkın dünü, bugünü, yarını yoktur”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR