Erol Sunat

Erol Sunat

Bela arayanın hikayesi

Bela arayanın hikayesi

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kendi halinde insanların yaşadığı, kimsenin kimseye pek karışmadığı, içine kapanık, gözlerden uzak kalmayı seven ve seçenlerin yaşadığı bir şehir varmış. Bu şehirde öyle bir bela arayan varmış ki, her gün bela arayan işlere bulaşır. Kırar, döker, kavga eder hır-gür çıkarır, bunları yapmazsa sanki huzur bulamazmış. Bu bela arayana, bu baş belası, belasını bulsun da şehir kurtulsun derlermiş, adamı ne dil dökmek kendine getirmiş ne de şehrin zindanları.

Yaşlı anasının her gün demediği kalmasa da. Ana yüreği dayanmaz, ardından dualar edermiş.

Bela arayan adam bir gün çıkmış evinden, mahallesindeki dükkanlara tek tek girmiş ne var ne yok, tekmelemiş, kırmış dökmüş ne varsa, dükkân sahiplerine de sille tokat girmiş. Bileğine kuvvetli biri olduğu için onu üç dört kişi anca zapt edebilirmiş.

Mahallenin sonuna doğru bir evde düğün hazırlıkları olduğunu görmüş. Kırarcasına evin kapısına vurmaya başlamış. Hane sahibi yaşlı adam açmış kapıyı. Bela arayan, adamı yakalamış yakasından çekerek mahallenin orta yerine kadar sürüklemiş. Sonra da başlamış bağırmaya. Ey mahalleli demiş, benim bu evin kızını sevdiğimi bu mahallede bilmeyen var mı? Kime verir bu adam benim sevdiğimi? Evden genç bir delikanlı çıkmış, bana demiş, bu kıza ben talip oldum. İstettim verdiler. Bırak kayınpederimin yakasını. Bela mısın sen?

Bela arayan, evet demiş ben belayım. Tam da adamına çattın. Tekme sille tokat girmiş damada, damat yığılmış kalmış sokağın ortasına. Sonra tekrar yapışmış kızın babasının yakasına sürüklemeye başlamış. Kızın babası bayılmış korkudan. Düğün evinden feryatlar yükselmeye başlamış. Muhafızlar yetişmişler, bayılan kız babasını almışlar bela arayanın elinden, bağlamışlar ellerini, sorgusuz sualsiz atmışlar zindana. Zindancı başı, gelmiş bela arayanın yanına. Bela demiş, çok arıyordun, şimdi buldun belanı. Deli dolu bir Vali Paşa geldi şehre, seni anlattılar, onu bir de ben göreyim demiş. Kalk elini yüzünü yıka, yanına gidiyoruz.

Vali Paşa karşısında süklüm püklüm duran delikanlıya bakmış. Serseri demiş, bu şehrin belası sen misin? Düğün evi basmak ne demek? Şehirde zarar vermediğin bir Allah’ın kulu yok. O bayılan kız babası, neden kızını sana versin? Seni demiş bu şehirden gönderiyorum. Şehir rahat bir nefes alsın. Çatmadığın, dövmediğin, sövmediğin kimse kalmamış. Senin derdin ne? Bela arayan, belamı arıyorum demiş. Beni bırakırsan yine aynını hatta daha fazlasını yapacağım. Vali Paşa kalkmış ayağa, bela arayana öyle bir tokat patlatmış ki, bela arayanın ayakları yerden kesilmiş, düşmüş bayılmış.

Bela arayan gözlerini açtığında bir de bakmış ki, eli ayağı bağlanmış bir arabanın içinde. Seslenmeye kalkmış, ağzında bir tıkaç. Arabanın içindekilerden biri, senin her tarafından bela olsa kaç yazar deyip, bir yumruk atmış, bela arayan bir daha bayılmış. Kaç gün gitmişler, nereye gitmişler bela arayan bir türlü anlayamamış. Sabaha karşı bir nehir kenarına gelmişler. Arabadakilerden biri, bela arayanın elini, ayaklarını çözmüş. Bundan böyle demiş, yurdun burası. Kurtulmak istiyorsan bu deli akan, derinliğini kimsenin bilmediği nehirden yüzüp karşıya geçmen lazım. Arkamız dağ, önümüz orman. İn bakalım arabadan aşağıya. Bela arayan bakmış ki kendine benzer elliye yakın insan. Oradakiler arasında söz sahibi olan bana demiş Ağam diyeceksin. Burada senin gibi bela arayanları memleketin her bir köşesinden toplayıp getirdik. Ya burada adam olacaksınız ya da atın kendinizi şu azgın suları olan nehre.

Ağa bundan böyle demiş adlarınız yok. Kimi çağırsam bela diye çağıracağım. Şehirlerinizin başına bela olacağınıza, düşmanın başına bela olmanız için sizleri yetiştireceğim.

Yanına çağırmış bela arayanı. Gördüklerimin en bela arayanı sensin. Seninle bir işim yok. Senin yolculuğun buraya kadardı. Yüzme bil ya da bilme. Ya bu nehre atlayacaksın yada seni öldürüp cesedini atacağım. Bela arayan, en azından şansımı denerim demiş atlamış azgın suların arasına.

Yüzme bilirmiş bilmesine amma, azgın sular arasında ne kadar yüzmüş bilmiyormuş. Kafasını bir ağaç kütüğüne çarpmış. Suların arasında kaybolmuş gitmiş. Bela arayan gözlerini açtığında kendini ottan yapılmış bir yatakta bulmuş. Başında da bir ihtiyar. Bela arayan, baba demiş, kendimi bildim bileli bela aradım. Anlaşılan belamı buldum. Neredeyim ben. İhtiyar seni demiş torunum kurtarmış. Öldün sandık. Üç gündür bu haldesin. Bela arayan doğrulmuş yattığı yerden, öyle bir ağlama tutmuş ki, hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş. İhtiyar ağla demiş, ağla, belli ki sen herkesi ağlatmış lakin hiç ağlamamışsın.

Bela arayan doğru baba demiş, ben şehrimin insanlarını yok yere, hiç uğruna, şımarıkça o kadar çok ağlattım ki, belki de bu gözyaşlarım o günlerin pişmanlığı. Kendine geldiğinde bir ayna istemiş yüzüne bakmış. Baba demiş bu yüzün insan içine çıkacak hali yok. Anamın kalbini o kadar çok kırdım ki, neyin intikamını almaya çalıştım yeminle bilmiyorum. İçeri onu kurtaran kız girmiş. Çok şükür kendine gelmişsin demiş. Bak yabancı, burası nehrin karşı kıyısı. Senin geldiğin diyarın düşmanıyız biz. Nehirden geldiğine göre, sen gözden çıkarılan biri olmalısın. Kılıç kullanabilir misin?

Bela arayan bir zamanlar iyi ok atardım demiş. Kız, ok ha demiş, iyi bir okçuya ihtiyacımız vardı. Bela arayan başlamış ok talimleri yapmaya. İhtiyar, ben demiş balıkçı diye bilinsem de aslında bu diyarın eski okçularından biriyim. Ne biliyorsam sana öğreteceğim. Bela arayan öyle mahir bir okçu olmuş ki, o diyarın Sultanının Veziri, onu orduya almış.

İhtiyar, bela arayan demiş, senden tek bir isteğim var. Duydum ki, senin kaçıp geldiğin diyarla bir savaşa giriliyormuş. Bu savaştan önce, torunumla evleneceksin. Bela arayan, kıza sen demiş beni ölümden kurtaransın. Ancak ben bela arayan biriyim. Seni üzmek, seni yarı yolda bırakmak istemem. Kız ben razıyım demiş. Ne kadar farkındasın amma sen artık o eski bela arayan değilsin. Belaları savuşturan, belalara kendini siper edensin. Ancak henüz bunu kabullenemedin.

Savaş öncesinde evlenmişler. Bela arayan okçu başı olarak Vezirin yanında yer almış.

İki ordu karşı karşıya gelmişler. Bela arayan, yanındaki okçularla savaş alanını gören ve ok mesafesine uygun bir noktaya yerleşmiş. Vezir, okçu başı demiş, senin bütün işin karşı diyarın Sultanını izlemek olacak. Ok mesafesine geldiğinde Sultanı vur, dile benden ne dilersen.

Bela arayan oklarını ve yayını almış. Oldukça uygun bir mesafeye gelmiş. Yayına bir ok yerleştirmiş ve beklemeye başlamış. Savaş bütün hızıyla devam ediyormuş ki, bela arayan yayını iyice germiş ve okunu hedefe göndermiş. Bela arayanın oku, Sultanı gözünden vurmuş. Arkasından üç ok daha fırlatmış. Okların biri Sultanın kalbine, diğerleri bedenine isabet etmiş. Sultan atından düşmüş. Sultan düşünce ordusu dağılmış.

Vezir, hain demiş ne yaptın sen? Kendi Sultanını vurdun. Bela arıyordun, şimdi belanı benden bulacaksın. Galip diyarın Sultanı o okçuyu demiş kurtarın. Beni zafere o ulaştırdı. Kimdir o yiğit, alın getirin yanıma. Veziri de esir almışlar. Bela arayan Sultanın önünde diz çökmüş. Sultanım demiş, beni herkes bela arayan olarak bilir. Bu Vezirin emri sizi öldürmemdi. Ben de onun Sultanını hedef aldım. Kendi ülkeme ihanet edemezdim.

Sultan sen demiş, bela arayanların en belalısı olansın. Seni eğiten ihtiyar okçu, benim de hocamdır. Merak etme İhtiyarda, karında güvende.

Anlatırlar ki; Bela arayan bela saçtığı kendi şehrine Bey olmuş. İhtiyar Okçuyu da kendine danışman yapmış. Toplamış ahaliyi, bu şehirde bela arayan belasını benden bulur demiş. Şehir en mutlu, en sakin, en huzurlu günlerini de onun Beyliğinde yaşamış.

Şehir şehire, Bela arayan bela arayana, kız babası kız babasına, damat damada, kız torun kız toruna, ana anaya, Vali Paşa Vali Paşaya, Zindancı başı Zindancı başına, İhtiyar okçu ihtiyar okçuya, Vezir Vezire, Sultan Sultana, ahali ahaliye benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Erol Sunat Arşivi

Mayıs

01 Mayıs 2024 Çarşamba 00:02
SON YAZILAR