Erol Sunat

Erol Sunat

“Kendini Fasulye Gibi Nimetten Saymak!”

“Kendini Fasulye Gibi Nimetten Saymak!”

Kendini önemli gibi görmek, önemli gibi tanıtmak yarışa döndü. Keşke sadece görmekle kalınsaydı, kendilerini bir başkalarına anlattıranlar da az değil!

Tam bir kendini fasulye gibi nimetten sayma sendromu!

Reklamın biri bin para.

Gerçi, merhum Ziya Paşa, “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz“ dese de,

Biz lafa bakanlardan,

Lafın büyüsüne kapılanlardan,

Lafların peşine düşenlerden olmuşuz!

Bu yaklaşım, Fasulyenin baklagillerin en zor yetişeni, dolayısıyla en kıymetlisi olmasından mıdır? Kendini bulunmaz Hint kumaşı zannedenlerin anlatımıyla örtüşmesinden ve benzeşmesinden midir?

Bilemiyoruz!

Eskiden fasulye gibi kendini nimetten saymak hoş karşılanmazdı…O yaklaşım fi tarihinde kaldı…Fi tarihi ne mi? Fi tarihini Tarihçiler iyi bilir denmiştir!

Acizane bize göre de, Milattan önce bilmem kaç bin sene önceye kadar gider diyelim de, bu işin bir de tarihi filan olsun! Böyle bir fi tarihi olduktan sonra, günümüzde, kendini fasulye gibi nimetten görenler trend olmasınlar da ne yapsınlar?

“Bu fasulye 7.5 lira hem kaynasın, hem oynasın” şarkısını bilirsiniz.

Yeni nesle kesinlikle Ata Demirer sevdirdi.

Edirneli meşhur Klarnetçi merhum Deli Selim’in, bu hareketli ve güzel türküsünü, bizim nesil 1950’li yılların sonlarına doğru, Ankara Radyosundan dinlemişti. Hem çok eğlenceliydi, hem de akılda kalmayacak gibi değildi.

Radyo başında mahallenin kadınları “Bu Fasulye” havasına bayılırlardı. Bir evde toplanıp, böyle güzel türkü ve oyun havalarında hep beraber oynarlardı.

Ve tabi ki, düğünlerinde toplu halde oyun havası gibiydi…

 

*****

Kendini fasulye gibi nimetten sayanlar bir yana, fasulye nimetti elbette…

Fakir-fukara sofralarının vazgeçilmeziydi…

Evde fasulye pişti mi, bayram var demekti. Sokaklardan gelmeyen çocuklar, koşa koşa evlerine gelirlerdi.

Uzun yıllar önce ekmek arası kavramını bizim lokantacılarımız keşfetmişlerdi.

Neyle mi?

Fasulye ile tabi ki..

Bütün ekmeği bir baştan başa bıçakla açarlar, içine kevgirle suyu süzülmüş, kuru fasulyeden birkaç kepçe miktarı koyarlar, ekmeği yarım gazete kağıdına sarıp öyle verirlerdi.

Ekmek arası fasulyeyi alanlarda, kendi tabirleriyle dört dörtlük doyarlardı!

Fasulye Türk Milletinin vazgeçilmeziydi…

Sofraların şahıydı.

Yanına bir kaçta kuru soğan keserlerdi. Pirinç pilavının üstünde pek bir güzel dururdu.

Az pilav az kuru…

Tam pilav, tam kuru meşhurdu.

Karabiber, kırmızıbiber, yanına bir tabakta turşu…

Baklava mı, kuru fasulye mi deseler, kimse baklavaya dönüp te bakmazdı.

 

*****

Fasulye nasıl nimetten olmasındı ki…

Fasulye nimetten olmasına nimettendi amma, işin içine insanların kendini fasulye gibi nimetten sayması meselesini bizim millet pek sevmedi, hatta kabullenemedi de…

Eskiden böylelerine yüz de verilmezdi, itibarda edilmezdi…

Zaman geçtikçe, kendini fasulye gibi nimetten sayanlar, dış görünüşlerini değiştirdiler. Kara gözlükler, pahalı kol saatleri, son model cep telefonlarıyla kendi tarzlarını yarattılar.

Şık ofisler, kapıda karşılamalar filan derken, kendilerini önemli görmenin dışında, önemli göstermek gibi bir fiilin içine girdiler.

Düne dair ne kadar olumsuzluk varsa silme yoluna gittiler.

Evet, ben bulunmaz Hint kumaşıyım, var mı bir diyeceği olan, demeye başladılar.

İşin tuhafı, bazıları idol oldu.

Onlara benzemeye, onlarla tanışmaya, onlarla aynı ortamda bulunmaya can atanlar türedi.

Bu yaklaşım işlerini kolaylaştırdı.

Sivrildiler, tanındılar, siyaseten teklifler dahi aldılar, sıralamalara girdiler.

Öyle ya…Yüzde 35-40 zamlanarak bir anda fakir fukara sofralarından terfi edip, zengin sofralarına geçerek resmen sınıf atlayan fasulyeye benzetilmek, kendini fasulye gibi nimetten sayanları mest etti.

Demek ki, doğru yolda ilerliyoruz dediler.

Bize özenen, bizi kendine örnek olan onca insan varken,

Kim tutar bizi dediler,

Başladılar ticaret kulvarında,

Sanat kulvarında,

Siyaset kulvarında koşmaya…

 

*****

Kuru Fasulye bakliyatın gözdesi, fiyatına derman yetecek gibi değil!

Kendini önemli mi görmek istiyor?

Hakkıdır tabi…

Kendine değer mi veriyor?

Fasulyenin kendini anlatmasına, övmesine gerek yok, değer veren vermiş zaten…

En ucuzu sıra fasulyesi, şeker fasulyeye filan derman yetecek gibi değil!

Et değil, bal değil, kaymak değil,

Ne özelliği var ki diyenler,

Geçmişe mazi, yenmişe kuzu dendiğini unuttular mı yoksa?

Fasulyenin de özelliği yoksa, kime ne diyelim?

Fasulyenin burnu mu havada?

Onu burnu havalı hale getirenler düşünsün!

 

****

Adamın üç kuruş parası var diye, konuşması değişmiş! Yürümesi değişmiş, küçük dağları ben yarattım havalarında.

Lafını sözünü bilmeyişi, dikine -dikine konuşması insanlıktan, hoşgörüden nasipsiz hali, başını her an belaya sokabilme ihtimalini de beraberinde getiriyor!

Duruşuyla, hitap şekliyle insanları hor ve hakir görüyor.

Tepelerden bakıyor. Edep ve adap çizgisinden uzak, menfaatperest ve çıkarcı konuşması,

Atıp savurması,

Kendine güven kavramını edepsizlik boyutunda değerlendirmesi,

Tahammül edilemez görgüsüzlüğü,

Katlanılamaz şımarıklığı,

Lüzumsuzluğu,

Kendinden başka önemli biri olmadığına kendini her nedense inandırmış olması,

Kendini fasulye gibi nimetten görmenin bir başka yelpazesi içinde yer almasının tipik bir göstergesi!

Bu insanlar hemen her yerdeler.

Bu tipleri dinlemek hata, katlanmak facia, bunlara benzemeye çalışmak ise akıl tutulması gibi bir şey!

Ne Koronadan ders almışlar, ne sınanmaktan, ne de insanlıktan…Kendini fasulye gibi nimetten sayanların çıkarcı ve fırsatçı versiyonu olarak, ne utanmaları var, ne arlanmaları!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Erol Sunat Arşivi
SON YAZILAR