TARIM ve İNSAN (Kentleşme üreticiyi Köleleştirme mi?)
Tarım ve İnsan yazı serimi tarım olmadan Türkiye gibi bir misyoner ülkenin tam özgürlüğü olamaz ile bitiriyorum. Tarım sade bir sektörün adı değil aynı zamanda medeniyet, endüstri, kentleşmenin ve de ticaretin adıdır. Şehirleşme ve medeniyet ile sanayileşmeye tarımın ihtiyaçları sonrasında geçilmiştir. İlk kullanılan makinelerden birinin pamuk lifini kütlüden ayıranın (çırçırlama) olduğunu unutmayalım.
Tarımla başlayan ticaret gelişen süreçte kurumsallaştı, ticaret yolları üzerindeki yerleşim yerleri büyüdü ve zamanla kent haline geldi. Ticaret riskli bir işti. Üretileni taşımada ki mesafe, savaşlar, güvenlik, çıkar çatışmasına karşı güvence olabilecek yapıya ihtiyaç duyuldu. Taşınmalar oldu. Kırsal ve kent kültürü bir araya geldi. Böylece kentlerde yeniliklere açık, daha ince zevklere sahip, zengin topluluklar ortaya çıktı.
Şehirlerde yaşayan farklı kültürlerden insanları, çıkarları da farklı olan toplulukların beraberliğinden güvenlik ve idareye ilişkin sorunlar baş gösterdi. Tüccar, esnaf, zanaatkâr, işçi, çiftçi gibi ortaya çıkan farklı çıkarlara ve hususi hayat biçimlerine sahip sınıflar arasındaki ilişkilerde detaylı bir toplumsal düzenin kurulması için zemin hazırladı. Verimlilik, yönetim, alt yapı gibi konular kentin eleman talebini arttırıyordu. Böylece geçmişte büyük şehirler, küçük devletlere dönüşmeye başladı.
Tarımsal faaliyetler sayesinde ortaya çıkan kentler zamanla bu faaliyetlerden uzaklaşmaya başladı ve hammaddelerin işlenmesi ile de ticarete yöneldi. Böylece kentlerde esnaf, zanaatkâr ve tüccarlar ağırlık kazandı. Tüccarlar çevrede üretileni kentlere, kentlerde üretilenleri de köylere taşıdılar. Böylece tüccarlar hammadde, işlenmiş ürün ve aynı zamanda teknoloji ve kültürlerin mübadelesini sağlamış oluyordu. Öte yandan kent idarecileri köylünün çoğunu maraba denen kölelere dönüştürerek mal varlıklarının büyük kısmına vergi adı altında el koyuyordu. Özgür köylüler ellerinden toprakların alınmaması adına, sadece denileni yapan yarı köleler olarak belirdi.
Uzaklardan gelen tüccarlar tüm alışverişleri şehirlerde yapıyor, böylece köy kültüründen uzak tüccarın tarım hakkında bilgileri sınırlı kalıyordu. Dolayısıyla tarımdaki yeniliklerin bir yerden bir yere taşınması pek kolay olmuyordu. Köyde üretileni yerel tüccarlar topluyor, satıyor, böylece üretimle satış arasına aracılar giriyordu. Bunların hepsi kazanmak isteyen, risk alan, vergi ödeyen aracılarında yükü üretimin üzerine biniyordu. Köylüler artık karın tokluğuna çalışan, verilene razı olan fertler haline gelmişti.
Orta çağda aristokrasi ve din adamlarının hegemonyası ile durum daha da ağırlaştı. Rönesans ve Fransız Devrimi ile feodalite yıkıldı, sanat ve bilim alanındaki gelişmeler sanayi devriminin önünü açtı. Refahın önem kazanması, ekonomik ve sosyal gelişmeler, bilgiye erişimin kolaylaşması ve sıradan halkın yönetime katılma isteği Avrupa’da yeni bir dönemi tetikledi. Her türlü sorunun kimyasallar ve teknoloji ile çözülebileceği düşüncesi de ortaya yeni dönemi (Yeşil Devrim) çıkardı. İhtiyaçların artışı karşısında minimum maliyet, maksimum verim, yüksek kâr; daha küçük alanlarda, düşük kalitede üretimi devreye aldı. Böylece Yeşil Devrim köylünün hem üretici, hem tüketici olmasını sağladı.
Gelinen nokta çok da iç açıcıdır denemez. İşletmelerde yoğun girdiler (gübre, teknoloji, yakıt) aşırı tüketimle başlayan süreç, diğer tüketim mallarının da yaygınlaşmasıyla sürmekte. Yeşil Devrim ile bir yandan iyi beslenmenin yolu açılırken, öte yandan sanayiye dayalı gelişmeler hava, su ve toprak ile insan ve hayvan sağlığını tehdit etmekte; en önemlisi topraktaki organik madde varlığını azaltarak zararlıların baskın hale gelmesini sağlamakta. Bu tehditlerin birinci muhatabı üreticiler bu tehdide rağmen güç kaybetmektedir. Köleleşme devam mı ediyor diye, sormak da gerekmez mi?
Tarım ve medeniyet, bunu yapan ve bozmaya aday insanın durumu ortada. Görülen odur ki, tarımın medeniyetle başladığı ve geliştiği gerçeği karşısında, yüksek ürün için aşırı uygulamalar insanlığın ve medeniyetin sonunu getirebilir. Suç tarımda değildir ancak yapılan tüm yanlışlar üretime ve gıdaya yansımaktadır. Koronavirüs tehdidi de bu gelişmelerin bir sonucu olarak mı ortaya çıkmıştır, sorgulanmalıdır. Dünyanın bir yerinde yapılan yanlış tek dünyanın sorunu gibi sonu da olabilir. Kendini ilah gören insan ve toplumların acizliği ortadadır. Kendimize gelmeliyiz. Hedef israfsız, temiz, çevreci bir üretim ile yeterli ve sağlıklı beslenme modellemeleri olmalıdır.
Ders alına ve uygulana ve sağlıcakla kalına dileklerimle
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Recep Hocam,
Yanıtla (0) (0)Çok teşekkür ederim, nerede olsanız yazılarıma estetik ve daha bilimsel bir boyut kazandırıyorsunuz. Güzel bir tarif, tarım ve gıda ile de çok iyi bağdaştırdınız.
Teşekkür ederim, Saygı ile
Sevgili Hakyemez, Tarımı bu şekilde değil de daha ekonomik yapalım, bunun için de yeni modellemelerle "ÜRETİMİ TOPLULAŞTIRALIM" demiştim. Yine sanayi için ne hazineciler, ne tarımcılar ne ormancılar ne de çayır-meracılar arazi vermek istemiyor, istihdam deriz ama tamamaen de bir ülke tarımla kalkınamaz ve yönetilemez
Yanıtla (0) (0)Saygı ve muhabbetle
Sevgili Hasan,
Yanıtla (0) (0)Yorumunuz için teşekkür ederim. Harika. Önce şunu bilelim bir ziraat mühendisi tarım ve hayvancılık demez, zira tarım geneldir, bunun yerine BİTKİSEL VE HAYVANSAL ÜRETİM der. Öte yandan tarımı aşağıda, sanayii öne çıkarmanın anlamı başka. Gelirler açısından sanayi önde olsa da her zaman ifade ettiğim gibi TARIM YURT TUTMAYA, VATAN VE DEVLET, ÖZGÜR OLMAYA EŞDEĞERDİR. Bir yanlış anlaşılma olması ama tarımdan uzaklaşan bir kesim var bunun için de tarımsal üretimi endüstriyel hale getirmemiz gerekir demiştim.
Yıllar önce İstanbul Süleymaniye Kütüphânesi'nde bulunan bir eserde, "Medeniyet, Ta'mîr-i Bilâd, Terfîh-i İbâd" (Medeniyet, yaşanılan bölgenin mamur, bölgede yaşayan insanların ise müreffeh hayat yaşamasıdır) diye medeniyetin çok güzel tarifini okumuştum. Müreffeh bir hayatın mevcudiyeti, tarıma ve gıdaya da bağlıdır.
Yanıtla (0) (0)Kıymetli Hocam;
Yanıtla (0) (0)Öncelikle “Tarım ve Hayvancılık Türkiye’nin bir gerçeğidir konusunda anlaşabilirsek, sizinle anlaşabileceğime inanıyorum.
Yüz yüze olan toplantımızın birinde, “Türkiye’de tarım girdilerinin pahalılığı” nedeniyle, “Tarım Ülkesi” yerine, “”Sanayi Ülkesi” olmamız gerektiğini söylemiştiniz. Ben de size katılamayacağımı söylemiştim.
Son yaşadığımız “Coronavirüs” salgını, ister sanayide, ister tarımda, ister hayvancılıkta, ister diğer üretim dallarında olsun, öz kaynakları kullanmanın ve üretimi kendimiz yapmamız gerektiğini bir daha göstermiştir.
Ben, tarım ve hayvancılık yapalım da, sanayi ve diğer üretimlerden vaz geçelim demiyorum. Her sektörde inadına milli olmamız gerektiği aşikârdır.
Bence, “Coronavirüs” salgınını fırsata çevirmenin tam zamanı ve bu konuda, Devlet başta olmak üzere, tüm paydaşların fedakârlığına, işbirliğine ve kararlılığına şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır.
İki gün önce, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, “ Ekilmedik hiçbir arazi kalmayacaktır.” Sözü, tüm umutları yeşertmiştir, bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlılığını ve sıkı takibini beklemekteyiz.
Kırsaldan kentlere göç artarak devam etmiş, kırsalda tarımsal faaliyet neredeyse %60 azalmış, bunun yanında ise çoğalan nüfusun ihtiyaçlarına karşılamak için, neredeyse tüm ürünlerin büyük bir çoğunluğu ithal edilir hale gelmiştir.
Kırsaldan kente göçen nüfus, kentlerde sağlıklı olmayan şartlarda varoşlar oluşturarak, işsizler ordusunu büyütmüştür.
Kırsaldaki yapılan gereksiz sosyal yardımların da tarımsal üretimde gerilemeye neden olmuştur.
TBMM’ce, uzun yıllar kullanılmayan özel veya devlete ait tarım alanlarının kullanılabilmesi için, yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğine inanıyorum.
Özellikle stratejik ve endüstriyel özellik taşıyan şeker pancarı, pamuk, ayçiçeği, zeytin, narenciye, endüstriyel hint keneviri, hububat tarımından vazgeçmemeliyiz.
TARIM VE HAYVANCILIK, ülkemizin bir geçeğidir.
Saygılarımla…