Prof. Dr. Hüseyin Muşmal

Prof. Dr. Hüseyin Muşmal

TAHTACI YURDU'NDAN KARAGÖL'E YÖRÜKLERİN İZİNDE YÜRÜYÜŞ

TAHTACI YURDU'NDAN KARAGÖL'E YÖRÜKLERİN İZİNDE YÜRÜYÜŞ

Beyşehir Kültür ve Turizm Derneğinin yıl boyu devam eden etkinlik takvimi içerisinde bazı doğa yürüyüşleri var ki, derneğin üyeleri ve hemşehrilerimiz tarafından iple çekilirler. Yörede yaşayan herkesin de hayallerinden birisi, uzaktan bütün ihtişamıyla görünen Anamas Dağları’na tırmanıp Karagöl’ü çıplak gözle görebilmektir. Anamas’ın eteğinde bulunan köylerde yaşayanlar, öteden beri ormancılıkla meşgul olanlar ve tabi ki Yörükler için Karagöl hayal olmaktan öteye bir sevda haline dönüşmüştür. Son yıllarda Karagöl tırmanışları, benim de üyesi bulunduğum Beyşehir Kültür ve Turizm Derneği tarafından planlı/programlı bir hale getirilmiştir. Nitekim özellikle Beyşehir Doğa Yürüyüşleri Grubu olmak üzere çevre il ve ilçelerdeki doğa yürüyüş grupları ve dağcılar her yıl geleneksel olarak Karagöl yürüyüşünü/tırmanışını gerçekleştirmektedir. Anamaslar’ın zirvesi olan Dedegül’ün hemen güneyinde bulunan Karagöl'ün batı yakasında yer alan sarp kayalıklarda her mevsim kar ve buz bulabilme imkanı, gölün bulunduğu konum ve ilginç hikayesi nedeniyle bu yürüyüşler, başta bölgede yaşayanlar olmak üzere, çevre illerden gelen doğaseverlerin fazlasıyla ilgisini çekmektedir. Bendeniz de Anamas eteklerinde bulunan Kurucaovalı bir Yörük çocuğu olarak, daha 15 yaşında iken akrabalarım nezaretinde Karagöl’ü görme fırsatına sahip olmuştum. Lakin ergen hallerimizle, Anamas’ın eşsiz doğasının, Karagöl’ün biyolojik ve kültürel çeşitliliğinin idrakinden yoksun olarak yaptığım bu yürüyüşten hafızamda kalan “Dipsiz ve kapkara” bir göldü. Birkaç yıldır özellikle içimde artan yoğun heves nedeniyle, 25 yıl sonra Karagöl hatıralarını tazelemenin vakti geldiğini düşünüyordum. İşte derneğimizin takviminde yer alan 29-30 Temmuz kamplı Anamas Karagöl Yürüyüşü bunun için bulunmaz bir fırsattı.

29 Temmuz 2017 sabahı erkenden uyanmış ve 15 yaşındaki çocukluğumu da uyandırmıştım. Zira, her ikisinin de 25 yılda yaşadıkları değişimi görmelerini istiyordum. Elbette, etkinlik duyurularında açıkça ifade edildiği gibi, Kamplı Karagöl Yürüyüşüne katılanların beraberlerinde, çadır, mat, uyku tulumu, çadır ışığı, trekking ayakkabısı, çifte baton, yedek çamaşır ve kıyafetleri de almaları gerekiyor. Eeee, tabiatıyla iki gün boyunca beslenme ve su ihtiyaçlarını gidermek amacıyla en azından 4 öğünlük kumanyalarını da hazırlamaları beklenir. Siz de bizler gibi Karagöl’de değil de, Kızoluğu Tahtacı Yurdunda kamp kurduysanız veya günübirlik tırmanış gerçekleştiriyorsanız ona göre hazırlık yapmalısınız. Dernek başkanı Mustafa Büyükkafalı yıllardır benzer faaliyetlerde kazanmış olduğu tecrübeyi bu etkinlikte de eksiksiz bir şekilde uyguladığından, katılımcılar 2 gün boyunca, bütün faaliyetleri saat saat programlanmış bir şekilde buldular. Böylece, kendilerine çıktı olarak da verilen program dahilinde, hareketin nerede ne zaman başlayacağından, yemeklerin ne zaman yenileceği ve hatta kamp ateşinin ne zaman yakılacağına kadar her şeyi önceden öğrenmiş oluyorlar. Bizler Tahtacı Yurdunda kurduğumuz kamp nedeniyle, Karagöl tırmanışımızı buradan gerçekleştirdik. Ancak Dedegöl zirvesine yakın bulunan 2400 m yükseklikteki Karagöl’e Kızoluğu, Gözetleme Kulesi, Ağaras ve Melikler Yaylası istikametinden de tırmanış gerçekleştirilebiliyor. Bizler, güzergahımız üzerinde bulunan Çamurluk Yaylasını da görmek istediğimiz için buradan tırmanmayı tercih ettik.

Tahtacı Yurdu, adı üstünde ormancılık ve kesimle meşgul olan tahtacı tabir edilen kardeşlerimizin yurt tuttuğu Kurucaova’ya bağlı muhteşem bir yayladır. Yaylaya gelmek için Konya-Beyşehir üzerinden Yeşildağ’a kadar ulaşmanız gerekiyor. Buradan Dumanlı ve Kurucaova üzerinden Kızoluğu’na ulaşan iki yol seçeneği bulunuyor. Biz Kurucaova istikametinde uzun yıllardır devam eden yol çalışması nedeniyle Dumanlı yolunu seçtik. Bu yol, diğerinden farklı olarak gölden uzak olsa da eşsiz orman manzaraları ve Çantı evlerini görme fırsatını size sunduğu için pek de eksik kalmıyor. Hatta yol üzerinde Dumanlı’dan sonra resmiyette Kurucaova’ya ait olsa da artık fiiliyatta Serik’in bir mahallesi haline gelmiş olan kadim Ali Efendi Yaylasını da görebilirsiniz. Gerçi artık köşk ve villa tarzındaki betonarme evleri ve Ahmetler adındaki kocaman camisi ile burası yayla olma özelliğini kaybetmiş görünüyor. Ancak yine de orman içinde eşsiz manzarası her şeye değer. İnşallah biraz ileride yer alan İslibucak mevki de aynı akıbete uğramaz. Göreceksiniz ki minare boyu ve birbirine sarılmışçasına sık çam ağaçları ile burası sizde de dünyanın en güzel yeri hissini uyandıracaktır. Asfaltın kesildiği noktaya kadar aracınızın camlarını açık tutarsanız nefis çam kokuları burnunuzun direklerine bayram yaşatacaktır. Güzergahta ilerlerken Anamas Dağlarının eşsiz manzarası, bitki örtüsü, yaban yaşamı ve geleneksel köy ve kasabalarına odaklanırsanız Beyşehir’den Tahtacı Yurduna kadar 50 km'lik yolu keyifle tamamlarsınız. Yol boyunca çok fazla acele etmenizi tavsiye etmem, ancak Karagöl tırmanışına erken başlamanız sizin yararınıza olacağından erken saatlerde buraya ulaşmanızı öneririm. Biz burada ilk günümüzü, ip atlayıp, top oynayarak, çocuklarımızla keyifli bir vakit geçirmek üzerine kurguladığımız için, ikinci gün sabahın seherinde orman içinde uyanma şansına sahip olduk. Hem böylece karaçam, ladin, kızılçam, ardıç, köknar ve meşe ağaçlarının arasındaki bol oksijenin etkisi altında 4 saatlik uykuyla tertemiz bir sabaha uyanmış, hem de molaların sıklığı ve uzunluğuna göre değişse de 4 saat sürecek olan Karagöl tırmanışına saat 07.00’de başlayabilmiş olduk. Bu kamp bize, hem hafta sonlarında çoğunlukla dağlarda vakit geçirdiğimiz için bir parça ihmal ettiğimiz çocuklarımızı gönülleme ve hem de çocukluğumuza dönme fırsatını verdi. Gün içerisinde ip atlayıp, top oynamak bir tarafa salıncak ve hamaklarda birbirimizi sallayıp, akşam vakti etrafında türküler şarkılar söyleyip oyunlar oynadığımız kamp ateşinin çocuksu mutluluğunu da yaşadık. Her şey Mustafa Büyükkafalı’nın işi, zaten doğa yürüyüşçülerinin özelliğidir ama ilk defa katılanlara da alışkanlık kazandırmak açısından olsa gerek, çöp alanlarından kamp ateşinde kullanılacak çalı çırpının teminine kadar, içinde bulunduğumuz ormana en ufak zarar gelmemesi için her şey ince ince hesap edilmiş. Nitekim davetimiz üzerine akşam yemeğinde Milli Parklar Konya Bölge Müdürü ile Beyşehir Milli Parklar Şefliğinin ziyareti sırasında düzen ve tertibimizden tam not aldığımızı düşünüyorum. Buna karşılık daha önceki çalışmalarından da takdir ettiğimiz Mehmet Şener Bey ile Bölge Müdürümüz ertesi gün toplam 7,5 km'lik zor parkurlu Karagöl yürüyüşünde gösterdikleri performans nedeniyle bizden de tam not aldılar. Yemek sonrasında sohbette, tarzı, yaklaşımı ve bakanlığımızın sloganına uygun olarak "tabiattan uzak kalmayışı" nedeniyle Kırşehirli Bölge müdürümüzden fazlasıyla memnun kaldık. Ayrıca ertesi sabah, tam da söz verdikleri gibi yürüyüşün başlayacağı vakitte bize katıldılar. Bizler de kampta kalmak isteyenleri sabahın soğuğunda bırakarak, hareket için çoktan hazırlanmıştık. Temmuz ayının 29. gecesi çadırın içindeki sıcaklığın 10–11 derece olduğunu mutlaka söylemeliyim. Eğer beraberinizde uyku tulumu getiremediyseniz sabah uyandığınızda bedeninizi kas katı kesilmiş halde bulabilirsiniz. Bendeniz eşimin duyarlılığından uyku tulumunun yanında bir battaniyeye ile de durumu kurtarmaya çalıştım. Ancak buna rağmen sabahın yedisinde yürüyüşe başlarken içimin ara ara titrediğini itiraf edeyim. Fakat siz benim üşüdüğüme bakmayın. Karagöl tırmanışı için, Çamurluk Yaylasına giden Yörüklerin kullandığı dik yolda yürümeye başladığınızda sabahın seherinde dahi şapır şapır terleyeceksiniz, yolun başında da bir parça nefesiniz kesilebilir. Aman ha endişe etmeyin, yürüyüşlerde Mustafa Büyükkafalı, Halil Gümüşel, Hasan H. Kank gibi öncüler ve tüm zamanların en iyi artçısı olarak gördüğüm Mesut İnal gibi artçılarınız varsa parkuru Allah'ın izniyle sağ-salim tamamlayacağınıza şüphem yok. Üstelik hali hazırda Hacı İsalı, Eski Yörük, Töngüşlü, Çakal, Karakoyunlu Saçı Karalı Yörükleri asırlardır Anamas Dağlarında muhteşem taraklar açmış bulunuyorlar. Bendeniz de, yıllar sonra ilk defa çıkmam münasebetiyle, Başkanımızın arzusu üzerine fazla yorulmadan menzile varmak için 35 kişilik grubumuzda öncünün hemen arkasında tırmanışa başladım. Grubumuz yine Beyşehir Doğa Yürüyüşçülerinin disiplinine uygun bir şekilde 1,5 saat süren orman içi tırmanışında birbirinden hiç kopmadı. 1400 metreden başladığımız yolculukta 2000 metrede ağaçların kesilmeye başladığı alana kadar çam kokuları eşliğinde rahat bir yol aldık. Siz de buraya ulaştığınızda, ağaçların kesildiği alanda sadece büyük kayalıklarla baş başa kalacağınızı düşünmeyin. Zira buradan itibaren, karşınızda sürekli büyüyen Dedegöl’ün karlı zirvesi ve arkanızda bir tablo gibi görünen Beyşehir Gölü olacaktır. Belki siz de benim gibi, Yenişar’ın 6 parça köyünü bir kalemde görmüş olmanın keyfini yaşayacaksınız. Köyleri ıskalasanız bile pek çoğunu aynı kare içinde gördüğünüz adaları gözden kaçıramazsınız. Bendeniz isimlerini tek tek sayarken, sülalemizin arazilerin yer aldığı adayı, “Gitmesem de görmesem de o ada bizim adamızdır” türküleri eşliğinde yâd ettim. Artçımız Mesut İnal Ağabey, tırmanış sırasında vakit kaybetmemek için, dönüşte ışığın daha uygun olacağını nazikçe hatırlattı. Ben de bütün renkleriyle bir tablo gibi karşımda duran Beyşehir Gölü seyrini dönüşe bırakarak, bir önceki tırmanışlarında yoğun yağmura yakalanan hatta Yörüklere sığınarak belki de hayatta kalan grubun hikayesini Mesut İnal’dan dinlemeye devam ettim. Mesut Ağabey sırtına sardığı bir koli çayın sırrını benim merakım üzerine böylece anlatmış oldu. Lütfen siz de bir başka yürüyüşte bu hikayeyi kendisinden dinleyiniz. Zira sanki yeniden yaşarcasına, güzergahın en zorlu alanı olan Çamurluk Yaylasının üzerindeki yarları nasıl bir çırpıda inerek, İbrahim Karaca’nın yurdunda ateşin başında Yörük Çayı ile ısınıp perişan olmaktan kurtulduğunu anlatacaktır. Bendeniz de yol boyunca bu hikayeyi dinleyince elbette ki Çamurluk Yaylasının son Yörük temsilcisi İbrahim Karaca’yı ziyaret etmek istedim. Bir zamanlar 15 kadarı bizim köyümüz olan Kurucaova’dan, 15 kadarı da Serik’li Karahacılı Yörüklerinden olmak üzere 30 kadar yaylacının ev kurduğu Çamurluk’ta bugün sadece İbrahim Karaca ile oğulları var. Biz 35 kişilik gurubumuzla obaya doğru yaklaştığımızda, İbrahim Amca bizi karşılamaya geldi. Çok geçmedi, bütün ovaya ve göle hakim çardağında ayranlarımızı içtik. Ben, bir çırpıda, 1318 doğumlu dedesi İbrahim Karaca ile 1340 doğumlu babası Ahmet Karaca’nın hikayelerini dinledim. Kurucaovalı bir tarihçi olduğumu öğrenince, göç hikayelerini daha bir hevesli anlatmaya başladı. Bu kısacık sürede, askerlik boyunca dedesinin Yenişar Karakolu’nun nasıl inşa ettiğini, Çamurluk Yaylasındaki eski köylülerimle nasıl kardeşçe yaşadıklarını da dinledim. Son hikayesini anlatırken yutkundu, neden sonra, ceylan gibi ürkek bakışlı torunlarını gösterdi. Ve dedi ki “Muşmal hocam, Ben 54'lüyüm az biraz da sirkatim var, dedem bu yurtta öldü, babam bu yurtta öldü, ben de bu yurtta ölmek isterim. Ama benden sonra burada kalan olmaz gari”.

Tekrar yutkundu, gözleri doldu, Kırlaşmış saçlarını bir rüzgar yalayarak geçti. Ben de duygulanmıştım ki başkanın tok sesini duydum “Hadi Hocam hadi”, Karagöl bizi bekliyordu, ekip çoktan hareket etmişti. Bir sürü hikayeyi geride bırakıp bir kısmını hafızama alarak hızlıca çardaktan kalktım ve Çamurluk'un son Yörük Beyi'nin elini öperek oradan ayrıldım.

Şimdi artık, ruhumu ve bedenimi fazlasıyla dinlendirmiş olarak, neredeyse yüzde 70’lik eğime ve kum gibi olmuş taşlar nedeniyle kaygan bir zemine sahip olan yardan yukarı doğru çıkabilirdim. Aklımda Yaradan, yanımda Yâr’im varken, yar bize artık vız gelirdi. Yolculuğun bu kısmı, daha önce kendisini tanımış olmaktan çok mutlu olduğum bir bisikletçi, bir motosiklet tutkunu ve bir doğasever olan Mustafa Sayan Ağabey’i daha yakından tanıma fırsatı verdi. Belki de motosiklet tutkunu olmasının bende bıraktığı izlenimden farklı olarak, hiç aceleci değildi, oldukça sakin ve serinkanlıydı. Aynı boyutlarda sırt çantamız olmasına rağmen, içerisinden bir cezve, bir küçücük tüp, kahve ve fincan takımlarının da çıkacağını hiç düşünmezdim. Yol boyunca içtiğimiz kahveleri ve Karagöl’ü izlerken yudumladığımız tavşankanı çayına en az onun kadar tatlı muhabbeti de eşlik etti. Bendeniz bu nedenle, öncünün arkasında sürdürdüğüm tırmanışı, başkanın izniyle Çamurluk Yaylasından Karagöl’e kadar süren dilimde artçının önünde tamamlamış oldum. 2400 metreye ulaşıp tırmanıştaki son kahveyi içtikten sonra zirveye yakın bir alanda çöl ortasında bir vadi gibi beliren Karagöl’ü uzaktan görebildik. 15 dekarlık alanı kapsayan bu küçük krater/buzul gölü Anadolu’daki pek çok Karagöl’den birisi idi. Ancak kar suları ile beslenen gölün yalıyarlı olan batısı, gömgök ve oldukça derin. Burası, rengi karaya yakın olduğu için Karagöl olarak isimlendirilmiş olmalı. Gölün kenarındaki iki saatlik dinlenmeden sonra, her bulduğu su birikintisinde yüzen Alparslan Yıldırım kardeşimin Karagöl’de salınmasını izledikten sonra kurbağaların ve göl bitkilerinin arasında ayaklarımı suya soktum. Alparslan'ın Radyosu, nedense hâlâ “Deli Bile” çalmaya devam ediyordu. Onun bitmek bilmez enerjisine tezat, 9-10 yaşındaki kızı Fatma Begüm, bütün sakinliği ile bir ceylan edasında oradan oraya sekerek grubun en küçük üyesi olduğu halde "uf" bile demeden tırmanışı tamlayıp, Karagöl'ün kahramanı olmuştu.

Manzarası ve güzelliği dışında hikaye ve efsanelere de konu olan Karagöl’ün hemen aşağı kısmındaki ormanlık bölge asırlardır çevre köylülerin dilek ve adak yerleri haline dönüşmüş. Köylüler, asırladır, özellikle çocuk edinme ihtiyacı nedeniyle, dilek dilemeye ve adak adamaya Karagöl’e giderlermiş. Bizler de Karagöl gibi güzellikleri yaratan Yüce Yaradan’dan sağlık huzur diledik, yalnız ondan istedik ve şükrettik. O hepimize Karagöl gibi nice güzellikler görmeyi nasip etsin. Dönüş yolunda, kekiklerin ve Yörük çaylarının kokuları arasında 4-5 saat boyunca tırmanmış olmanın yorgunluğu ile defalarca sendeledik. Belki de bu vesile sağ salim aşağıya inmek için birkaç kez daha dua etmiş, dualarımızın kabul olması ile yazacağım yazının başlığını düşünmeye başlamıştım.

Ne olmalıydı bu yazının başlığı: Alpaslan Yıldırım'ın hiç durmaksızın çaldığı “Deli Bile” olamazdı, Mustafa Büyükkafalı Başkan’ın durmaksızın söylediği “Hadi Hocam Hadi” ünleyişi uygun değildi. Mesut İnal Ağabey’in sırtındaki bir paket çayın sırrı mıydı? olacak olan, Mustafa Ağabey’in güzel kahvesinin esrarı mı? Yoksa bu yazının başlığı, Yörük İbrahim Karaca’nın “Ben de bu Yayla’da ölmek istiyorum” sözü mü olmalıydı? Aslında ben bu yazının başlığını, 2400 metrede, Karagöl Anı Defteri’ne çoktan yazmıştım

20527566_10156588870903066_1298033686_n.jpg20561692_10156588870973066_963223928_n.jpg20561828_10156588870683066_99813845_n.jpg20614374_10156588870948066_1241920947_n.jpg20623753_10156588870368066_1099828215_n.jpg20623959_10156588871183066_1119408742_n.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Hüseyin Muşmal Arşivi
SON YAZILAR